Günümüz dünyasında gazetecilere, yazarlara çok önemli ödevler düşüyor. Tanıklık ettikleri olayları not etmek, görsele taşımak, özetle tarihe not düşmek. Bu ödevi yerine getirenler azınlıkta da olsa bugün yaşadıklarımızı geleceğe aktaran veriler ortaya çıkıyor. Üstelik emperyalizmin insanlık tarihini gelecek kuşaklar için yeniden yazmaya soyunduğu bir dönemi yaşarken…
Ne zaman düşüncelerimi ve belleğimi geçmişe yoğunlaştırsam ve kendimi bir darboğazda hissetsem aklıma Uruguay’lı Tarihçi, Yazar Eduardo Galeano gelir. Onun derin bilgisinden, ustalıklı anlatımından güç alırım, rahatlarım. Bu yazıma da Galeano’nun “Ateş Anıları” kitabından alıntıladığım satırlarla başlamak istedim. Şöyle yazmış usta:
“Minicik Granada, Karaipler Denizi’nin uçsuz bucaksızlığında gözle ayırt bile edilemeyen bir yeşil benek, deniz piyadelerinin görkemli istilasına tanık oluyor. Başkan Reagan onları, sosyalizmi öldürsünler diye yollamışsa da onların öldürdükleri zaten bir cesettir. Üç beş gün öncesinde, iktidara susamış bir takım adalı askerler sosyalizmi sosyalizm adına öldürmüşlerdir bile. Deniz piyadelerinin ardından Amerika Dışişleri Bakanı George Shultz da adaya çıkıyor. Basın toplantısında George konuşuyor: Bu adada da harika bir konut projesi üretilebileceğini ilk bakışta anladım.”
İşte uluslararası sermayenin dünyanın yoksul ülkelerine bakışı aynen budur. Halklara barış götürmek sloganıyla yola çıkılır, üçüncü dünya ülkelerinin yer altı servetlerine bitmez tükenmez savaşlarla el konulur.
Demokrasi etiketi altında halklara götürdükleri savaştır, yıkımdır, zulümdür, ölümdür. Yalnız uluslararası büyük sermayenin değil siyasetçilerin de zenginleşme süreci bir biçimde devam etmeye başlar. Tarihte hep böyle olmuş, günümüzde de olmaya devam ediyor. Ana sermaye palazlandıkça yoksul ülkelerde insanlar daha da yoksullaşıyor. Din afyonuyla toplulukları uyuşturan emperyalizm halkların kendi kaderini elde etme haklarına da engel oluyor. Peki, bu durumda insanlık nasıl kurtulacak bu badireden. Tarih örneklerini veriyor bunun. Spartaküs’ten başlayarak günümüze dek. Ya halklar için, özgürlüğün için, hak ve adalet için direneceksin ya da emperyalizmin maşası olacak ve hayatını köle olarak devam ettireceksin. Ruhunu yüceltmek yerine ruhunu körelteceksin. Seçim sana kalmış.
Üzerinde yaşadığımız topraklardan fışkıran acı, eğer kimsenin vicdanını incitmiyorsa o zaman kendi ülkemde de değiştirilmesi gereken çok şey var diye düşünüyorum. Bu açıdan tarihten özellikle de yakın tarihten alacağımız pek çok ders var. İnsan emeğinin kutsallığından söz etmek yetmiyor. Önemli olan o kutsallığı paylaşabilmek. Doğayı korumak yetmiyor, iş doğayı daha da yaşanır kılmakta. Zaman laf üretmek değil emek üretmek zamanı. Her şeye rağmen insana inanmak, geleceğe inanmak, akla ve bilime inanmak üzerimizdeki karabasandan kurtulmanın tek yolu…
Yazıyı Usta Şair Özdemir Asaf’ın (1923-1981) çok sevdiğim bir şiirini paylaşarak bitirmek istiyorum.
“POETİKA”
Yaşadım da yoruldum, bir ağır-işçi gibi,
Uyudum da uyandım, binlerce kişi gibi.
Bana düşünmek vardı, payıma onu aldım,
İşledim de işledim bir hüner-işi gibi.
Horlandı, beğenildi; inandım, alınmadım,
Yolun geleceğini çizdim geçmişi gibi.
Zor dönemler olmadı-değil, olsundu, oldu,
Ne koştum ne de durdum kaçak gidişi gibi.
Bu konuyu burada bırakıyorsam birden,
Olmasın diyedir bir şeyin bitişi gibi.
ÇİLELİ MESLEK GAZETECİLİK
Eskiden ustalarımız “Gazetecilik zor zanaattır” derlerdi de o delifişek gençliğimizde ne anlama geldiğini düşünmezdik. Yıllar geçtikçe mesleğin içinde her türlü olayla karşılaşırken yeni dersler de edindik. Gazeteciliğin ne kadar hassas bir iş olduğunun ayırdına varmaya başladık. Gazetecilik öyle al kalemi eline yaz başına geleni türünden bir meslek değildi. Gazeteci dediğin yalnız çalıştığı kuruma karşı değil okuruna karşı da sorumlu olduğunun bilincinde olmalıydı. Koşullar ne olursa olsun halkın sesi olmalıydı. Savaş kışkırtıcılığından uzak durmalı, hakkı, hukuku, barışı savunmalıydı. Şimdi bütün bunları yazarken gerçekten böyle bir gazetecilik var mıydı diye düşünüyorum bir yandan da. Evrensel gazetecilik ilkeleri ışığında baktığımızda gazeteciliğin halkın haber alma hakkına saygılı, kamuoyunun bilgilenmesine, gerçekleri öğrenmesine katkı veren bir iş olduğu da ortaya çıkıyor. Bu bağlamda diyebiliriz ki gazetecilik gerçekten onurlu bir meslektir. Ve yapılan bu işten her gazeteci kendine bir gurur payı ayırmalıdır.
Diyeceksiniz ki, peki ama bu onurlu meslek günümüzde nasıl bu kadar değerinden yitirdi? Kalemini satanlar nasıl bu denli çoğaldı? Devlet ağzıyla gazeteciliğe, iktidar ağzıyla yazıya, çiziye nasıl dönüşüverdi? Bu bir köşe yazısının sınırlarına sığmayacak kadar derin bir konu. Çünkü artık yalnız Türkiye’de değil hemen tüm dünyada gazetecilik itibarını yitiriyor. Sakın ola kabahati internete, sosyal medyaya, teknolojinin hızlı gelişimine yıkmayın. Çünkü çürüme insanla başlıyor. Çünkü çürüme cehaletle genişliyor. Çünkü “bilir bilmezlerin” el attığı medya ortamı yazılısıyla da, görseliyle de sadece kazanç elde etmeye yönelik bir yapı haline dönüşmüştür. Uluslararası sermayenin, direktifleri doğrultusunda özel ve resmi ilanların, bitmez tükenmek bilmeyen reklamların ağırlığı altında un ufak edilmişlerdir. Böyle bir yazıya neden gerek duydum bilemiyorum. Ama 60 yılı bulan meslek yaşantımın en sevimsiz, en acıklı dönemine tanıklık ediyorum.
Demokrasilere gazeteciliğin önemli katkılarından biri de toplumda çok sesliliği yaşatmasıydı. Düşünce ve ifade zenginliği sağlıklı bir demokrasinin de olmazsa olmazıdır. Şimdi ise ülkem iktidarı tek sesli, tek adamlı suskun bir toplumun mayalarını atıyor. Tutar mı? Elbette zamanla göreceğiz. Bu sorunun yanıtını daha çok hâlâ uykusundan uyanamamış halkımız verecek. Bekleyip göreceğiz…
Bu yazıyı da kısacık ama çok şey anlatan bir Edip Cansever şiiri ile noktalayalım:
İnsan Olmanın Şiiri
“Bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
Denizler bir fırtınalık görkemli
Bizse kendimizi insan olarak
Bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.
Makale Yorumları
Yorum Yazın
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.