Çivisi Çıkmış Dünya, diyordu Amin Maalouf. Gelin de bu tanıma eyvallah demeyin. İçinde soluk alıp verdiğimiz gezegende her gün yeni bir karmaşa yaşıyor insanlık. Doğa katlediliyor. İklim bozuluyor. Ormanlık alanlar talan ediliyor. Nehirler, göller kurumaya yüz tutuyor. İnsan elinin değdiği her yer canlılara ölüm getiren zehirli topraklara dönüşüyor. Böcekler, hayvanlar, bitkiler yok oluyor. Bir zamanlar “Tarzan” filmleri izlerdik. Balta girmemiş ormanlarda ağaçları, hayvanları kapitalist dünyanın işgalinden kurtarmaya çalışan bir film kahramanıdır Tarzan. Şimdi o Tarzan’ı, hayat arkadaşı Jane’i, maymunları Çıta’yı nasıl özlüyoruz. Onlar çocukluk anılarımızın en değerli kahramanlarıydı. Mekanikleşen, dijitalleşen dünyamızda artık kahraman rolü üstlenen iyiler birer birer yok oluyor. Onların yerini öldürücü silahlar ve savaş tamtamları alıyor. Dijital yaşamda sevgi yok kin var. Aşk yok seks var. Saygı yok kabalık var. Paylaşmak yok yağma var. Bilim yok dogma var…
Peki, çivisi çıkmış bu dünyayı düzeltebilmenin bir yolu var mı? Düşünmenin bile yasaklandığı bir cangılda daha yaşanılası bir dünya nasıl oluşturulabilir ki. İyiliklerin, güzelliklerin, hoşsohbetlerin, sımsıcak sevgilerin bir köşeye itelendiği dünyamızda umuda bile yer bırakmıyorlar. Yalanın, kandırmacanın, hırsızlığın, uyanıklığın akıl göstergesi olarak toplumlara sunulduğu bir ortamda yaşıyoruz. Ahlaksıza, dolandırıcıya iş bitirici deniyor. Sosyal medyalarda asparagas haber yapanlara büyük gazeteci deniyor. Ekonomik koşullar altında yoksullaşanlara kader kurbanı deniyor. Toplumlardaki cezasızlık sistemine takdiri adalet diyorlar. Yeryüzünde giderek büyüyen ırkçılığın adı şimdilerde milliyetçilik, muhbirliğin yeni adıysa trollük. Ülkelerin birbirinden farkları kalmadı gibi. Gelişmiş ülkelere şimdilerde zengin ülkeler deniyor. Yer altı servetleri yağmalanan gelişmekte olan ülkelere verilen adsa yoksul ülkeler.
Böyle bir dünyada yaşamak, okuyan, bilgilenen, düşünen, sorgulayan her birey için elbette çok zor. Bazen sadece anılarda kalan güzelliklere açıyoruz kapılarımızı bir de insana sevgisini sunan kedilere ve köpeklere.
Yazıya son verirken Özdemir Asaf’ın “Diyalog” adlı uzun şiiri geldi aklıma. Sabırla okuyun siz de seveceksiniz.
Bir gün, bir evde, bir kedi
Vardı.
O gün, bir evde, o kedi
Benden sıcaklığını esirgemedi.
O gün, o evdeki o kedi
Beni bana götürdü getirdi.
Ona şarkılarımı söyledim;
Uyudu, bakıyordum, benimleydi.
Bir ikilem oldu beklenmedik;
Geçmiş günlerin yumaklarını didikledi.
Var mıydı, yok, var gibi
Kucağımdaydı kedi.
Gözlerindeydi gözlerim,
Gözleri gözlerimdeydi.
Ellerimi tırmalıyordu elleri...
Ürperdim, birden içim titredi.
Bir gün, bir evde, bir kedi
Vardı.
O gün, bir evde, o kedi
Beni taa çocukluğumdan aldı
O gün, o evdeki, o kedi,
Bak-işte, neler olmuş der gibi,
Getirdi beni gençliğime bıraktı.
Anı bahçelerinde üşümek sıcaktı.
Babamın öldüğünde aylardan Hazirandı,
O elli dördündeydi, ben yedi.
Bir ışık söndüğünde yol yandı.
O kedi bunları nasıl da bildi.
Bir gündü, bir evdi, o kedi
Taş attı bütün kuyularıma.
Durup-dururken dikenli uykularıma
Ninniler söyledi.
Bu bir öykü idi;
Ben mi anlattım, o mu dinledi.
Saklamalı mıydı, ya da söylemeli mi;
Ne o ev vardı, ne o gün, ne de o kedi.
Makale Yorumları
Yorum Yazın
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.