18 Aralık 2024, Çarşamba

Fluxus ve Fluxus sanatçılarının çalışmaları

Bir tavır olan Fluxus, 'Akış' anlamındadır ve bir sanat akımı değildir. Bu akıma kapılan sanatçıların ortak bir tavrı olan Fuluxus, Almanya'dan pek çok Avrupa kentine ve New York'a akmıştır. Buluntu ve günlük objelerden, metinlerden, imajlardan yararlanan Fluxus, estetik değildir. 

Fluxus sözcüğü 1961 yılında ilk defa George Maciunas tarafından ortaya atıldığı düşünülmektedir. Maciunas, 1947’de ailesiyle bereber Litvanya’dan Amerika’ya göç etmiştir. 1961’de açtığı galeri bir yıl sonra kapandıktan sonra, Fluxus adında dergi çıkarmıştır. Böylece Fluxus düşüncesinin yayılmasını sağlamıştır. George Maciunas yazdığı ‘’Fluxus Manifestosu’’nda: Fuluxus’un amaçlarını belirtmiştir: ‘’Sanatı ‘’burjuva hastalıklarından’’ kurtarmak! Ölü sanattan arınmak! Sanatta devrimci bir akım başlatmak!..’’ 

Dada ve Fluxus benzerdir. Her ikisi de burjuva sanatına ve kurallara karşı çıkar. Fluxus’un sanattan çok hayatı değiştirme düşüncesi bir çok sanatçının hayatın kendisine, gündelik yaşamın yansıttıklarına odaklanmasına neden olmuştur. Televizyon ekranları, şişeler, konserve kutuları, kaseler, plaklar vb. bir çok hazır nesne ile asamblajlar yapmışlardır. Sadece bir sanat hareketi değildir. Bir devrimdir. İlk Fluxus festivali Eylül 1962’de yapılmıştır. İlk festivalde öne çıkan işlerden biri La Mante Young ve Drip Music. George Brecht, George Maciunas, Dick Higgins, Yoko Ono, Nam June Paik, La Monte Young, Joseph Beuys, Wolf Vostell, Daniel Spoerri, John Cage Fluxus sanatçılarındandır.

John Cage

John Cage, deneysel bir müzik türü geliştirmiştir. Bu müzik, Doğu Felsefesi ile Zen Budizm’in etkilerini barındırır. John Cage, Doğu Felsefesi ile Zen Budizm’imden etkilenmiştir ve çalışmalarında çıkış noktası olarak kullanmıştır. Çince bir kitabı I Ching adı ile kendine uyarlamıştır. Bu kitaptan yola çıkarak çalışmalar yapmıştır. Müzik türlerini doğal seslerle birleştirerek tanımlanamayan müzik yapmıştır.

John Cage, 4’33’’ adlı çalışmasında, bir konser salonunda bir türlü başlamayan konserden dolayı izleyicilerin kendi arasındaki konuşmalarından oluşan uğultuyu kayıt etmiştir. Piyanoda David Tudor vardır. Piyanoyu her bölümünde açar ve kapatır, saatine bakar . Piyanoyu çalmaz. Cage, sanatçılar, müzisyenler, dansçılar, mühendistlerle birlikte çalışarak farklı disiplinleri bir araya getirmiştir.

1968’de Duchamp’ın ölümü üzerine John Cage, Not Wanting yo Say Anything about Marcel (Marcel’le ilgili Bir Şey Söylemek İstememek) isimli ilk heykelini yapmıştır. Bu işini yaparken tasarımcı olan Calvin Sumison ile birlikte çalışmıştır. Bu iş sekiz tane plexigramdan oluşmaktadır ve bir çok yazı, parçalı imajları sık bir şekilde düzenlerken estetik düzenden kaçınmak istemiştir.

John Cage, bu işinde I Ching kiyabından yola çıkmıştır. Kağıt üzerine koyduğu taşların etrafını suluboya ile boyayarak Kyoto’daki Ryoan-Ji Manastırı’nın taş bahçesine gönderme yapmaktadır. Suluboya saydamlık etkisi vermiştir.

George Maciunas

George Maciunas, Litvanya asıllı sanatçıdır. Fluxus’un öncüsüdür. Kullanışlı, küçük, sınırlı sayıda üretilmiş nesnelerden, toplu sunum ve bireysel işlerden oluşan çok amaçlı bir dükkan açmıştır. Fuluxus 1 adlı işi de, bu doğrultuda üretilmiştir ve içinde bir çok garip nesne bulunan bir çantadır.

Maciunas,  performanslarda kullanılan eşyaları, performans filmlerini vb. bir çok nesneyi bir kutuya koyarak ‘Fluxus Kutusu’ ismiyle satmaya başlamıştır. Bu kutuları bazen diğer sanatçılar tasarlamıştır.

George Maciunas, 1964’te Yomas Schmit’e yazdığı mektupta Fluxus ile ilgili şunları yazmaktadır:

(…)

FLUXUS’un amaçları toplumsaldır, estetik değildir. Fluxusçular, ideolojik olarak 1929 yılında Sovyetler Birliği’nde kurulan (NOVİ) LEF grubuyla bağlantılıdır ve amacı, güzel sanatların (müzik, tiyatro, şiir, resim, heykel, vs. vs.) zaman içinde yok edilmesidir. Bunun nedeni, malzeme ve (senin gibi) insan kaynakları konusundaki ziyanı durdurmak ve bunları sosyal anlamda yapısal amaçlara yönlendirmektir. Tıpkı uygulamalı sanatlar gibi (endüstriyel tasarım, gazetecilik, mühendislik, grafik-tipografik sanatlar, baskı,vs.): tüm bunlar güzel sanatlarla yakından ilintili olmakla birlikte güzel sanatlara en iyi alternatifi sunmaktadır.

Wolf Vostell

Alman sanatçı Wolf Vostell’ın çalışmalarının ana temasını ‘’degollage’’ kavramı oluşturur. Vostell’a göre bu kavram, parçalama, ayrıştırma ve iletişimin görselliğini ifade eder. Bu kavramı de-coll/age olarak heceleyerek farklı anlamlar yaratmıştır. İlk başlarda Dadaistlerin ve Fütüristlerin yöntemlerini kullanarak işler üretmiştir. Daha sonraları reklam panolarındaki afişleri sökerek işlerinde kullanmıştır. 1962-69 yılları arasında Decollage isimli dergi yayımlamıştır. ‘’Decollage-Happening’’ adında performanslar düzenlemiştir.

Electronic de-coll/age Happening Room adlı işi 1968’de Venedik Bienali’nde gösterilmiştir. Zemin cam kırıklarıyla kaplanmıştır. İzleyiciler hareket ettikçe fotoelektirik hücreleri tetiklenmiştir. Vietnam Savaşı’na bir gönderme de yapmıştır.

‘’Vostell’in üslubunun asıl içeriği; kaçınılmaz olarak savaşla bütünleşen unsurlar ve tüketim toplumunun baskılarıyla, duygularımızı karşı karşıya getirmektedir. Vostell kendini; sürekli bir suçlama olarak sanatın yakıcı davranışı olarak görür. Burada, Amerikan Fluxus çalışmalarının hafifliği ve mantığının yerini Germanik bir ajitasyon ve ciddiyetin senaryosu ile yeniden uygulanır.’’

Nam June Paik

Güney Kore asıllı bir sanatçıdır. Japonya’da ve Almanya’da müzikle ilgili çalışmalar yapmıştır. 1956’da Avrupa’ya ve 1964’te ise Amerika’ya gelmiştir. İşlerinde elektronik medya imajlarını ve televizyonları yeniden düzenleyerek kullanmıştır. Zen for TV adlı çalışmasında, elektronik imajların görüntüsünü engelleyerek görüntüyü bir çizgi haline getirmiştir. Magnet TV adlı çalışmasında da, izleyici ekrandaki çizgileri kullanarak kendi görüntüsünü yaratıyordu. Böylece izleyici de yaratma sürecine katılmış oldu. Nam June Paik’ın Robot Ailesi serisinde, 21 ekran hareket ettirilmiştir. Televizyona mıknatısla müdahale ederek görüntülerin bozulmasını ve soyutlaşmasını amaçlamıştır.

Paik’ın üçleme heykeli Josep Beuys’un Avrasya Düşüncesi’nden türemiştir. Batı düşüncesinin simgesi Rodin’in Düşünen Adamı ile Doğu düşüncesinin simgesi Buda Televizyon ekranlarının karşında durmaktadır. Diğer iki televizyonda da Buda ile Düşünen Adam görüntüleri birbiriyle karşı karşıya konulmuştur. Böylece Batı ile Doğu düşünselliği yüzleştirilmiştir.

Joseph Beuys

Joseph Beuys, Alman heykeltıraş ve performans sanatçısıdır. 1970’li ve 80’li yıllarda Avrupa’da avangard sanatın temsilcileri arasında yer almıştır. Beuys, gerçekleştirdiği eylemlerinde genellikle politik görüşlerine yer vermiştir. İnsanın tinsel ve düşünsel gelişmesi, sanatın iyileştirici bir araç olarak kullanılması sanatının alt yapısını oluşturmuştur. Bir şaman gibi davranmıştır. Nesnelerden enerji alıp, nesnelere yeni anlamlar veren bir şaman ile sanatçının rolü arasında benzerlik görmüştür. Ayrıca Beuys, kavramsal sanat, çevresel sanat ve yerleştirme sanatının öncülerinden sayılır. Beuys, İkinci Dünya Savaşı’nda şavaş pilotu olarak görev yaparken uçağı Kırım yakınlarında düşmüştür. Şans eseri ölümden dönen Beuys’u Kırım Tatarları keçe ve iç yağı ile sararak donmasını engellemiş ve sanatçıyı hayata döndürmüşlerdir. Bu olay Beuys’un yaşamında ve düşünce dünyasında önemli bir etki yaratmıştır. ‘’Sanatın iyileştirici gücüne inanan ve evrensel bir yaratıcılık dürtüsünü harekete geçirerek gerçek bir toplumsal dönüşüm yaratabileceğine inanan Beuys, Fuluxus’un temel ilkelerini adeta kişiliğinde barındıran bir sanatçıdır.’’

Hayvan formları, Beuys’un işlerinde önemli bir anlama sahiptir. Özellikle tavşan, çok yer almıştır. ‘’Beuysa göre çizim(desen) doğanın gücünü kavramak için en temel yöntemdir. Desen, Beuys’un dünyadaki düşünce sitemine açılan penceresi olmuştur.’’ Beuys, bir şamanın rolü ile sanatçının rolü arasında benzerlik görmüştür. Çalışmalarında insan, hayvan, erkek ve dişi gibi farklı bedenlerle kendini özdeş kılmaya çalışmıştır. Ona göre her şey bir değişim halindedir. Kavramsal Sanat, Çevresel Sanat, Süreç Sanatı ve Yerleştirme Sanatımım öncülerinden sayılmaktadır.

Joseph Beuys, Bir Saha Kimliği Arıyorum (1973):

(…)

Nesnelerim, heykel ve de genel olarak sanat fikrinin dönüşümünün uyaranları olarak görülebilir. Bunlar, heykelin ne olabileceği konusunda ve heykel kavramının herkes tarafından kullanılan görünmez malzemelerle yapılabilecek bir eylem anlamında nasıl genişletilebileceği üzerine yeni düşünceler uyandırmak amacını taşır.

Düşünen biçimler: Düşüncelerimizi nasıl şekillendirdiğimiz.

Söylenen biçimler: Düşüncelerimizi sözcükler halinde nasıl şekillendirdiğimiz.’’

Sosyal yapı: Yaşadığımız dünyayı nasıl şekillendirdiğimiz: Herkesin sanatçı olduğu bir evrim süreci olarak heykel.

İşte bu yüzden denim heykelim sabit ve bitmiş değildir. Çoğunda süreçler devam etmektedir: kimyasal reaksiyonlar, fermantasyonlar, renk değişimleri, çürüme, kuruma. Her şey, bir değişim halindedir.

Beuys, Happening’lerde uzun politik konuşmalar ve tartışmalar yapmıştır. Bir çok yerde sergiler açmıştır.

‘Kichka's Breakfast’, Daniel  Spoerri, 1960

George Brecht, Chair Event, 1966

Nam June Paik, Magnet TV 1965

TVbuddha1974

Yoko Ono Cut Piece 1965

Notlar:

ANTMEN, Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s. 203, Aktaran: Ahu Antmen

ANTMEN, Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s. 208 George Maciunas, Tomas Schmit’e Mektup (1964)

ŞAHİNER, Rıfat, Sanata Postmodern Kırılmalar ya da Modernin Yapıbozumu, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, Kasım-2008, s. 57-58

ANTMEN, Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s. 206

ANTMEN, Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s. 212 Joseph Beuys, Bir Saha Kimliği Arıyorum (1973)

ŞAHİNER, Rıfat, Sanata Postmodern Kırılmalar ya da Modernin Yapıbozumu, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, Kasım-2008, s. 152, Aktaran: Rıfat Şahiner, ‘’Sürü’’ –(Joseph Beuys’un ‘’Sürü’’ aslı enstalasyonuna ilişkin açıklamalarının çevirisi. ( Çev: Deniz Derman)-İstanbul: UPSD Yayınları, Beuys Günleri, 1991

Kaynakça:

ŞAHİNER, Rıfat, Sanatta Postmodern Kırılmalar ya da Modernin Yapıbozumu, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, Kasım-2008

ANTMEN, Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2010

Yard. Doç. Dr. Ayşe Devrim Çıngı Başterzi, Joseph Beuys, Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, Cilt 12, Sayı 3, 2009

LYNTON, Norbert, Modern Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2009

Çağdaş Sanat, Tempo, Mart 2012

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Makale Yorumları

Makaleye Ait Yorum Bulunmamaktadır.

Yorum Yazın

CAPTCHA security code
Yorum Gönder

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

yukarı çık