04 Aralık 2024, Çarşamba

Notre Dame Katedrali’yle birlikte kalplerimizde yandı

Böyle bir durumda söze nereden başlanır, insan bilemiyor. Kelimelerin yetersiz kaldığı an, bu olsa gerek… Gotik mimarinin en özel ve kadim yapılarından birisi olan Notre Dame Katedrali, bir ibadethane olmanın da ötesinde bir yapıydı. Sanat tarihi açısından muhteşem bir eser, teknik özellikleriyle muazzam bir mimarlık örneği idi.

Notre Dame Katedrali’nin yanışı tüm dünyayı derinden üzdü. Benimde, Bileşik Sanatlar mezunu olarak, Notre Dame Katedrali’ne karşı ayrı bir ilgim vardı. Okuldaki sanat tarihi derslerimizde olsun, okuduğumuz kitaplarda olsun, Notre Dame Katedrali’nin mimari özelliklerini pek çok kez okuyup, görsellerini incelemişizdir. İnsan, böyle eşsiz bir yapıyı, bir gün kendi gözleriyle görebilmeyi düşlerken, ekranlarda yanışını izlemek büyük bir kalp kırıklığı yaşattı.

Haberlerin detayını öğrenmek için internette araştırma yaparken, yangının videolarına, resimlerine daha fazla bakamadan kapattım. Daha fazlasını görmeye kalbim el vermedi.

Gotik mimarinin en özel örneği

Notre Dame Katedrali’nden bahsetmeden önce kısaca Gotik mimariden bahsedeceğim. 12. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Fransa’da doğan Gotik üslup, kilise tavanının çapraz kemerlerin kullanılması ile örtülmesiydi. Bu sayede sürekli geliştirilebilen yeni olanaklar çıkmıştı. Tüm binayı, taştan yapılmış iskele benzeri strüktüre taşıtmak mümkün olmuştu. İnce ayaklar ve dar kaburgalar ile aralarına hiçbir şey konulmasa da, iskelenin çökme tehlikesi yoktu. Ağır taş duvarlar yerine, geniş pencereler yer alabilirdi. Daha fazla yüksekliğe ulaşmak için, kemerin daha dik yapılması gerekiyordu. Sivri kemerler, değiştirilebilir, yapının ihtiyaçlarına göre, daha düz ya da daha sivri olarak yapılabilirlerdi.

Yan sahınların üzerinden desteklenmesi içinde, Gotik tavan örtüsünün taşıyıcı sistemi olan uçan payandaları kullandılar. Ağırlığın eşit dağılımı, sağlamlığı bozmadan, en az miktarda gereç kullanımına olanak sağlamıştır. Gotik kiliselere sadece bir mühendislik harikası olarak değil, ayrıca bir sanat eseri olarak da bakmak gerekir. Çünkü sanatçı, tasarımının yürekliliğinin hissedilmesini ister.

Bu geniş iç mekanlara girildiğinde, boyutların yanında her şeyin küçücük kaldığı hissedilir. E.H. Gombrich, “Sanatın Öyküsü” adlı kitabında eski kiliseler ile yeni katedrallerin karşılaştırmasını yapmıştır. Eski kiliselerin, güçleri ve sağlamlıkları ile kötülüğün saldırılarına karşı sığınak sunan “Yeryüzü Kilisesi” düşüncesini esinlediklerini, yeni katedrallerin ise; inananlara başka dünyanın ufak bir görüntüüsnü verdiğini ifade ederek bunlara “Göksel Kilise” demiştir. Cennetten bir görüntüyü yeryüzüne indiren Gotik katedrallerde duvarlar,  yakutlar ve zümrütler gibi ışıldayan vitraylardan oluşuyordu. Ayaklar, kaburgalar ve taş kafesler ise, altın gibi parlıyordu. Ağır, dünyasal veya güzel olmayan her şey yok edilmişti.

Bunların en mükemmel örneği ise, Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan Notre-Dame Katedrali idi. Giriş bölümleri ve pencereler açık ve rahat düzenlenmişti. Balkon bölümündeki taş kafesler, narin ve zariftir. Böylece binanın taş kütlesinin ağırlığı unutulur ve yapı gözler önünde bir hayal gibi yükselir. Bu hafifliğin benzeri, giriş bölümlerinin yan duvarlarında yer alan heykellerde de görülür.

Şimdi bu eşsiz yapının, bir daha geri dönemeyecek kadar yanarak yok olmasını ve dünya kültür tarihindeki öyksünün bu şekilde son bulmuş olmasını, derin bir üzüntü ile ekranlarda izlemekteyiz…

Yazarın Diğer Yazıları

Makale Yorumları

Makaleye Ait Yorum Bulunmamaktadır.

Yorum Yazın

CAPTCHA security code
Yorum Gönder

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

yukarı çık