24 Aralık 2024, Salı

Kemal Kılıçdaroğlu: Şimdi ikinci yüzyılın başındayız

Kemal Kılıçdaroğlu: Şimdi ikinci yüzyılın başındayız

Edinilen bilgilere göre; Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

"Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz. Bir Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda beraber olmaktan son derece mutluyum. Ayrıca bizi televizyonları başında, radyoları başında, sosyal medya hesaplarında izleyen, dinleyen bütün vatandaşlarıma hiçbir ayrım yapmaksızın Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kucak dolusu selamlar, saygılar gönderiyoruz.

Erdal İnönü'nün ölüm yıldönümü; bir bilim insanı, bir siyasetçi, zorla siyasete sokulan bir bilim insanı, hepimizin saygı duyduğu, esprileriyle siyasete renk katan, dolayısıyla hepimizin hafızasında yer alan saygıdeğer bir politikacıydı, bilim insanıydı. Onu rahmetle anıyoruz., onu gerçekten saygıyla, hürmetle anıyoruz.

Cumhuriyetin 100. yılını kutladık. Yalnız bir şeyden haberimiz olsun; yüzyıl bitti, ikinci yüzyılın eşiğindeyiz. Dolayısıyla bizim kuşağımız ve 29 Ekim'de yeni doğanlar artık iki yüzyılı bir arada yaşayacaklar. Yaşadılar bir yüzyılı, o yüzyıl bitti, şimdi ikinci yüzyılın başındayız, yani arifesindeyiz. Dolayısıyla ikinci yüzyılın ilk günlerinde beraber olmak, birlikte olmak, toplumun her kesimine sıcak ve olumlu mesajlar vermek de en çok Cumhuriyet Halk Partisi'ne yakışır. Bunu ifade etmek isterim.

Gençler, kadınlar, efendim erkekler, engelliler, çocuklar, toplumun her kesimiyle güzel bir bayram kutlaması yaptık, 100. yıl kutlaması yaptık. Güzel bir resepsiyonumuz oldu. Belediye başkanlarımıza talimat vermiştik, onlar bulundukları yerlerde çok ama çok güzel etkinlikler yaptılar. Şöyle bir rakam vereyim size: Toplamda 10 milyonu aşkın yurttaşımızın katılımıyla 750'yi bulan konserler gerçekleştirdiler. Yani bir hareketlilik var, evet var ama hareketliliğin baş aktörü Cumhuriyet Halk Partisi'dir. 10 milyon vatandaşa ulaştık, 10 milyon vatandaşın heyecanını paylaştık. Dolayısıyla buradan bütün belediye başkanı arkadaşlarıma da teşekkür ederim. Gönülden yürek dolusu teşekkür etmek de benim görevim bu heyecanı bulundukları kentlerde topluma yaşattıkları için. Ayrıca yıl sonuna kadar etkinliklerimizde devam edecek; paneller olacak, toplantılar olacak, gösteriler olacak, bütün bunların tamamı devam edecek. Belediye başkanlarımız bunları sürdürecekler, bizler de sürdüreceğiz.

Ayrıca bir kortej; akşam saatlerinde Eski Meclis'ten Anıtkabir'e kadar güzel bir yürüyüş gerçekleştirdik Ankara İl Başkanlığımızın öncülüğünde diyelim. Öyle diyelim değil mi Sayın Başkan? Örgütle beraber, ellerimizde meşalelerle on binler Anıtkabir'e yürüdük. Ama Tandoğan'a geldiğimizde farklı bir manzarayla karşılaştık. Çünkü Anıtkabir'e girmek gerçekten ciddi bir sorundu, kalabalıktı, bütün insanlarımız oradaydı, herkesi orada görmek mümkündü, toplumun her kesimini görmek mümkündü. Dolayısıyla 1 milyon 182 bin ziyaretçiyi Anıtkabir kabul etti.

Bu, şu anlama geliyor: Artık öyle bir noktadayız ki hiçbir güç Cumhuriyeti ve demokrasiyi engelleyemez, bunu herkesin bilmesini isterim. Hiçbir güç Cumhuriyeti ve demokrasiyi engelleyemez; ne olursa olsun, ne olursa olsun...

Gazi Mustafa Kemal 1923'te İzmir İktisat Kongresi'ni toplarken orada şöyle bir cümlesi var mealen: Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa bağımsızlığınızı koruyamazsınız diyor. Düşünün, bütün komutanlar savaş meydanlarından gelmişler. Enflasyon nedir, kur nedir, dolar nedir, efendim diğer para birimleri nedir; bunları pek bilmiyorlar. Bağımsız bir merkez bankamız bile yok, Merkez Bankası 1930 yılında kuruldu. Kendi paramızı, milli paramızı 1930'dan sonra basmaya başladık kendi Merkez Bankamızda; Osmanlı Bankasıydı ama o banka bize ait değildi.

Dolayısıyla Milli Kurtuluş Savaşı sonrası hiç kimseye boyun eğmemek için, hiç kimseye yalvarıp yakmamak için savaş meydanlarında verilen zaferin ve Cumhuriyetin kalıcılığını sürekli kılmak için mücadele yaptılar; önce ekonomik kalkınma dediler, yoksullukla mücadele dediler, eğitim dediler. Millet Mektepleri kurdular değerli arkadaşlarım, okuma-yazma öğrensinler diye. Nüfusun sadece binde 8'i okuma yazma biliyordu kadınlarda, erkeklerde yüzde 10-12 bandında bir okuma-yazma bilen nüfusumuz vardı, çoğu yaşlıydı.

Falih Rıfkı Atay der ki: "Cumhuriyet kurulmuş, devlet daireleri oluşmuş ama okuma-yazma bilen birisini bulmalıyız ki en azından şu devletin işlerini yapsın. Giderdik garda beklerdik, fötr şapkalı, kravatlı birisini görürsek kesin bu okuma-yazma biliyor, götürelim devlete memur yapalım diye." Nereden nereye geldiğini Türkiye'nin, hepimizin bilmesi gerekir.

Soru şu: Nasıl bir Cumhuriyet? Öyle ya, nasıl bir Cumhuriyet? Arzu ettiğimiz Cumhuriyet nasıl bir Cumhuriyet olacak? Onun yanıtını da yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk veriyor: "Demokrasinin tam ve en belirgin hükümet şekli Cumhuriyettir. Hiçbir zaman hatırından çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, -düşüncesi özgürce ifade edilecek- vicdanı hür, -vicdanının sesini dinleyecek- irfanı hür nesiller ister. Türk Milletinin tabiat ve adaletine en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir" der. Ve biz Cumhuriyetimizi böyle kurduk değerli arkadaşlarım, yokluklar içinde kurduk.

Beni üzen bir şey var, 100 yıllık bir Cumhuriyeti son 20-22 yıla sığdırmak ne kadar doğrudur? Bu söylendiği zaman bana gerçekten üzüldüm. Bir yüz yıllık mirası, bir yüz yıllık mücadeleyi, demir ağlarla örülen bir Türkiye'yi, her tarafında fabrikalar kuran bir Türkiye'yi, uçak fabrikasının 1926 yılında temelini atan Türkiye'yi, 8 yıl sonra Kayseri'den kalkan ilk uçağın Ankara'ya indiği bir Türkiye'yi, 1940'lı yıllarda dünyaya uçak ihraç eden 5 ülkeden birisi olan Türkiye'yi nasıl görmezsiniz? Fiskobirlik'i nasıl görmezsiniz, Toprak Mahsulleri Ofisi'ni nasıl görmezsiniz, TARİŞ'i nasıl görmesiniz, çiftçinin kara gün dostu olan kurumları nasıl görmezsiniz?.. Devletin en büyük geliri aşardandı, köylü rahatlasın diye aşarı kaldıran bir idareyi nasıl görmezsiniz? Bu görülmedi... Devleti yöneten kişi, en tepedeki kişi kendi dönemini anlattı. Bereket öyle yapmış çünkü Cumhuriyetin kuruluş yıllarıyla bu dönem arasında çok büyük farklar var.

Söyleyeyim ne farkı var? Osmanlı'nın borcunu son kuruşuna kadar ödediler. O yoksullukla mücadele eden o onurlu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı'dan miras kalan her borcu son kuruşuna kadar ödedi. Peki, bunlar ne yaptılar? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni borç batağına sürüklediler. İkisi zaten mukayese kabul etmez. Onlar büyüme ve kalkınma için kimseye el avuç açmadılar; bunlar da şimdi kapı kapı dolaşıyorlar, acaba bir yerlerden para bulabilir miyiz diye. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin itibarını ayaklar altına alıyorlar. Yalvarılır mı ya, yakarılır mı üç beş kuruş için, bu yapılır mı Allah aşkına? Öyle bir noktaya getirdiler ki, borcun faizi ana parayı geçmiş durumda. Böyle bir batak hiç görülmemiştir.

Yine onlar, yani Cumhuriyeti kuranlar, yani gerçekten de bu ülke için mücadele edenler yolsuzluklarla mücadele ettiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 3 kişiyi Yüce Divan'a gönderdiler. Asla yolsuzluklara izin vermediler. Bunlar bu parlamentodan yolsuzluklarla mücadele yapılmasın, savcı soruşturma ve kovuşturma açmasın diye yasa çıkardılar. Bunlarla Cumhuriyet mukayese edilir mi? Akıl var, mantık var...

Yine devam edeyim; onlar her kuruşun hesabını millete veriyorlardı, bunlar ise lüks ve şatafat içindeler. Hesap vermeyi değil, bize hesap ver diyen vatandaşa da hesap soruyorlar "sen bana nasıl hesap sorarsın" diye. Ya parayı ben veriyorum, sen vermiyorsun; köylüsü veriyor, işçisi veriyor, memuru veriyor, emeklisi veriyor, esnafı veriyor; vergi veriyoruz ya, sen bunun hesabını vereceksin millete. Hesabı verilmiyor...

Sayıştay tamamen işlevsiz bırakıldı. Onlar, yani Cumhuriyet'i kuran yiğit insanlar Türk Lirası'nın değerini korudular, bunlar ise Türk Lirası'nı yerlerde sürünür hale getirdiler. Farka bakar mısınız? Öyle bir noktaya getirdiler ki Türkiye'yi kendi ülkelerinde, kendi ülkesinin parasıyla değil de yabancı parayla kendi vatandaşından borçlanan bir düzeni inşa ettiler. Akıl tutulması var, akıl tutulması... Geçerli Türk Lirası, Merkez Bankası'nın bastığı Türk Lirası ama Türk Lirası itibar kaybeden bir para. Bunu da herkesin bilmesini isterim değerli arkadaşlarım.

Onlar devlette liyakatli kadroları hep istihdam ettiler ve adalete asla gölge düşürmediler. Burada ise bırakın devlette liyakati, savcının yazdığı yazıya baktığımızda yargıda çetelerin oluştuğunu görüyoruz. Nasıl olur da o dönemle bu dönem mukayese edilir? Mukayese kabul etmiyor, siyahla beyaz gibi zaten.

Yine onlar hiçbir egemen gücün karşısında boyun eğmediler. Bir daha ifade edeyim: Onlar, yani Cumhuriyet'i kuran o yiğit insanlar hiçbir egemen gücün karşısında boyun eğmediler ve onlar sadece ve sadece kendi insanlarına, kendi halkına hesap verdiler ve onlar asla ve asla mal varlıklarıyla tehdit edilmediler. "Bak kızdırma, senin mal varlığını çıkarırım ortaya" dediği zaman birileri susar ama o Cumhuriyeti kuran yiğit insanlara hiç kimse böyle bir cümle dahi kuramazdı. Aradaki farka bakar mısınız?

Yine onlar Milli Kurtuluş Savaşı'nı bu Meclis'ten yönettiler ve bu Meclis, yani o dönemin Gazi Meclis'i Türkiye'nin bütün sorunlarının çözüm anahtarıydı. Şu geldiğimiz hale bakın, sarayın noteri gibi çalışıyor burası. Aynen öyle, sarayın noteri gibi; oradan bir talimat, burada bütün eller kalkıyor, bütün eller iniyor...

Değerli arkadaşlarım; onlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırlarını korudular, asla bir sığınmacı deposu haline getirmediler. Bunlar egemen güçlerin talebi üzerine, onların isteği üzerine, onların tehditleri üzerine geri kabul anlaşmasını yaparak Türkiye'yi bir sığınmacı deposuna döndürdüler. Bunlarla Cumhuriyet'i kuran yiğit insanlar arasında siyahla beyaz kadar fark vardır. O nedenle Erdoğan eskilere giremiyor tabi, ne diyecek şimdi eskiye, ne diyecek yani?

Değerli arkadaşlarım; nasıl bir Cumhuriyetti? Demokrasisi gelişmiş bir Cumhuriyetti. Çünkü Cumhuriyet demokrasiye geçişte atılan en önemli ve en temel adımdır. Cumhuriyeti kurarsınız, arkasından da demokrasiyi büyütürsünüz. O nedenle o dönemin 1921 Anayasası'nın ilk maddesi: "Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir" demiştir, yani "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" demiştir. Demokrasi ne demektir? Düşüncesi özgür olan, özgür düşünce demektir, düşünceleri özgürce ifade etmek demektir, yargı bağımsızlığı demektir, kuvvetler ayrılığı demektir, devletin bir kişiye teslim edilmemesi demektir. Bu Gazi Meclis, o dönemde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e başkomutanlık yetkisini bile belli süreler ile vermiştir. Şimdi başkomutan geçinen adam Türkiye'yi sığınmacı deposuna döndürdü; aradaki fark siyahla beyaz kadar derin bir farktır.

Demokrasinin birinci kuralı nedir? Düşünceyi ifade etme özgürlüğüdür. Bir bakıyorsunuz sabah akşam T24'e girmeye çalıştım; internet sitesi, Türkiye'de herkesin saygı duyduğu bir internet sitesi. Ya bir türlü açılmıyor... Sonra öğrendik, bir haber dolayısıyla erişim engeli getirilmiş ama bütün siteye erişim engelini uygulamışlar. Bir akıl tutulması var... Bir kişi de hakaret ederek yaptığını savunuyor aslında. Onun için Cumhuriyet ama nasıl bir Cumhuriyet? Demokrasisi gelişmiş bir Cumhuriyet, yoksa pek çok yerde otoriter rejimlerin adı Cumhuriyet; bir kişi söyler, herkes ona uyar ama o bizim anladığımız Cumhuriyet değil. Yargı bağımsızlığının olduğu bir Cumhuriyet, kuvvetler ayrılığının olduğu bir Cumhuriyet, düşünceyi ifade özgürlüğünün olduğu bir Cumhuriyet, üniversitelerin bağımsız bilgi ürettiği bir Cumhuriyet...

Değerli arkadaşlarım; üniversite son sınıfta okurken, son sınıfta Devrim Tarihi kitabı vardı, devrim tarihini okuyorduk, Hamza Eroğlu Devrim Tarihi kitabı vardı. Orada bir anekdot var, hiç unutmam: İkinci Dünya Harbi'nden sonra Almanya yerle bir edilmiş, Amerikalı general, Alman generale şunu söyler: "Siz artık toparlanamazsınız. Almanya'da taş taş üstünde kalmadı" der. Alman general şunu söyler: "Evet doğru, Almanya'da taş taş üstünde kalmadı ama unutmayın Almanya'nın üniversiteleri ayaktadır." Ve o Almanya bugün Avrupa Birliği'nin de en güçlü devleti oldu. Taş taş üstünde kalmayan bir Almanya'dan Avrupa'nın en güçlü devleti inşa edildi. Neyle? Bilgiyle ve birikimle.

Şimdi 21’inci yüzyıldayız, ya üniversiteleri nefes aldırmıyorlar. Onun için Cumhuriyet eyvallah; nasıl bir Cumhuriyet? Demokrasisi gelişmiş bir Cumhuriyet, bilgiye, birikime önem veren bir Cumhuriyet. Boşuna Gazi Mustafa Kemal Atatürk demiyor: "Cumhuriyet ilimdir, Cumhuriyet fendir" diye boşuna söylemiyor ama bunların ne ilimden ne fenden haberleri bile yok.

Evet ne dedik? Nasıl bir Cumhuriyet? Herkesin yasalara uyduğu bir Cumhuriyet, yasaların gereğinin yapıldığı bir Cumhuriyet, yargı kararlarının koşulsuz uygulandığı bir Cumhuriyet... Milletvekili seçiliyor Can Atalay, hala içeride... Ya niye içerde? Hangi gerekçeyle içeride? Yargıtay karar aldı; açık söylüyorum talimatla karar aldı, bir daha ifade edeyim, talimatla karar aldı, Anayasa Mahkemesi'nin daha önce emsal kararları olmasına karşın talimatla karar aldı. Doğru değil dedik bu. Bu kişi bizim milletvekilimiz değil, başka bir partinin milletvekili ama Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir özelliği var; nerede bir hukuksuzluk varsa, haksızlık varsa Cumhuriyet Halk Partililer kapı gibi onların yanındadır, kapı gibi onların yanındadır. Anayasa Mahkemesi'ne gitti, Anayasa Mahkemesi zaten daha önce karar almıştı benzer olaylarda; seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğine dair karar aldı.

Ne olması lazım? Karar Resmi Gazete'de yayınlandı. Evet okuyorum, Anayasa madde 153: "Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete'de hemen yayımlanır ve yasama, -yani Türkiye Büyük Millet Meclisi- yürütme -yani Cumhurbaşkanlığı- ve yargı organlarını -yani bütün mahkemeleri, idare makamlarını validen, makamdan bilmem nereye kadar- gerçek ve tüzel kişileri bağlar" diyor. Yapacaksınız diyor... Anayasa'yı kim uygulayacak? Yargı kararlarını kim uygulayacak? Bir parlamento düşünün, kendi milletvekiline sahip çıkmakta acze düşmüş bir parlamento düşünün, acze düşmüş bir Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı düşünün... Sen başkanısın ya, ne yargısı kardeşim? Millet seçti artık bu milletvekili, yasama organının bir üyesi, üstelik komisyona seçildi, İnsan Hakları Komisyonu üyesi. İnsan Hakları Komisyonu üyesinin ne işi var hapishanede? Ne işi var Allah aşkına?

Biz bunları savunurken nasıl bir Cumhuriyeti aslında dillendiriyoruz? Bunların kafasındaki gibi bir Cumhuriyet değil; baskıcı bir Cumhuriyet değil, otoriter bir Cumhuriyet değil, insan haklarına saygılı bir Cumhuriyet istiyoruz biz, insanı merkeze alan bir Cumhuriyet istiyoruz biz. Birilerinin emir ve komutası ile hareket eden değil, yasamanın, yargının, yasaların kendisine verdiği görevi koşulsuz yerine getirenlerin Cumhuriyetini istiyoruz biz. Biz bunları istiyoruz.

Zühtü Arslan Anayasa Mahkemesi Başkanı; ayın 30'unda, yani Cumhuriyet Bayramı'ndan bir gün sonra açıklama yapıyor, bir yerde toplantıda konuşuyor: Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet ile ilgili çok farklı tanımlar yapmıştır. Doğru... Bunlardan bireysel başvuruyu en yakından ilgilendiren sözü "Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir sözüdür" diyor ve devam ediyor: Kimsesizlerin kimsesi olma görevi ve sorumluluğu en fazla yargıya düşmektedir diyor. Bireysel başvurunun kabul edildiği 2010 yılından uygulamaya geçtiği 2012 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, Atatürk'ün gösterdiği gibi kimsesizlerin kimsesi olma yolunda çok önemli görevler icra etmektedir. Ama karar alıyorsunuz, uygulanmıyor... Suç işliyorlar, suç işliyorlar ve bunu da kendilerine göre demokrasi sayıyorlar. Halkın iradesini yok sayan, halkın seçtiği milletvekilini hapiste tutan bir rejime demokrasi denmez. O zaman en baştan diyeceksin ki: Hayır kardeşim sen milletvekili seçilme hakkına sahip değilsin. Seçme hakkına sahiptir diyor, seçebilirsin deniyor, mazbatayı alıyor, savcılıktan kağıt alıyor. Her şey tamam, "hayır, biz seni parlamentoya getirmeyeceğiz" deniyor.

Evet nasıl bir Cumhuriyet dedik, nasıl bir Cumhuriyet? Herkesin karnının doyduğu bir Cumhuriyet, hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı bir Cumhuriyet, yoksulluğun afişe edilmediği, yoksulların afişe edilmediği, her insanın hakkının, hukukunun ve gururunun korunduğu bir Cumhuriyet; biz bunu istiyoruz. Aile Destekleri Sigortasını önermemizin temel nedeni de buydu. Hiç kimsenin yoksulluğu afişe edilmeyecek, hiç kimsenin yoksulluğu medyada yer almayacak. Devlet görevini yapacak, her yoksulun karnını doyuracak, hiç kimseye muhtaç etmeyecek, hiç kimsenin elektriği, suyu kesilmeyecek, insan haklarına saygılı olacak. İzlenen ekonomik politika, derin bir yoksullaşmaya yol açan politikadır, milyonlarca insan aç ve sefil durumdadır. Saray hükümeti milyonlarca insanı bir avuç insana hizmet eder hale getirmiştir. Ben bunları anlatırken eminim iktidar kanadı diyordur ki: Bunlar muhalefet, bunu söylerler. Şimdi içeriden birisinin yazısını okuyacağım size. Yani Yeni Şafak Gazetesinde yazı yazan, en azından vicdanının sesini duyan bir kişinin yazdığı makaleyi, yani ayın 27'sinde yazdığı yazıyı okuyayım sizlere.

Mehmet Akif Soysal şöyle diyor: "Devlet eliyle düşük tutulan faizlerle kredi alan kesim son iki yılda devasa kârlar edindi." Faizi düşürdünüz, birileri olağanüstü malı götürdü, onu söylüyor. "Bu kesim sadece yüksek tutarlı işlem yapan kesim değildir, kendinizi aklamayın. Bunun içinde bedava kredi alıp otomobil, ev, yazlık, altın, döviz alan herkes dahildir" diyor.

İzlenen ekonomik politika -az önce söyledim- bir avuç insanı daha varsıl hale getiren bir politikadır. Milyonlarca insan bir avuç insana çalışıyor. Faizi düşürdüm efendim diyor, herkes koşuyor bankalara; gariban gittiği zaman kredi veriyorlar mı? Vermiyorlar. Sırtını dayamışsan saraya düşük faizli krediyi alıyorsun, yazlık alıyorsun, otomobil alıyorsun, yurt dışı gezilere çıkıyorsun, villalar alıyorsun, daireler alıyorsun, her şeyi alıyorsun neredeyse sıfır faizle. Kime yarıyor bu? Kime yarıyor? Kimin işine geliyor bu?..

Devam ediyor Sayın Soysal; bu bedeli kim ödüyor, ona da değinmiş yazısında: "Bu işlemlerin bedelini ise aldığı ücret ile evini geçindirmeye çalışan, maaşının tamamı veya çoğu hayati harcamalara giren kesim ile fikren ve inanç anlamında faize karşı duran kesimi ödemiştir." Yani ben faiz almam haramdır diyen kesimle, evini zor binbir bela ile geçiren kesim bunun bedelini ödemiştir diyor. Faizi niye düşürdüler? Bunlar bedel ödemesin diye. Tam tersi bunlara bedel ödettiler. Asla ve asla Erdoğan'ın inanç konusunda da samimi olduğuna inanmıyorum, inanç konusunda da samimi değil. İnanç konusunda samimi olan insan bu kadar yoksulluğu yaratmaz bu ülkede. Tefecilere hizmet edenler bana inanç dersi veremezler. Yoksullara hizmet ediyorsan başımın üstüne ama sen düşük faizli kredi bastıracaksın yandaşlara, faturayı da garibanlar ödeyecekler. Faturayı ben faiz almam diyen, kendisini o çerçevede inancını bağlayan kişi ödeyecek. Bu mudur hak, hukuk, adalet?

Devam ediyor: "Yazmazsak kalbimiz mutmain olmaz. Kredi ile zengin olanın bedelini mutfakta çocuğuna yemek pişirme derdinde olan anne ödemiştir. Buna son verme çabalarına karşı durmak ahlaki değildir” diyor. Eğer bizler bu gerçeği onların havuz medyasının gazetesinde yazabiliyorsa bir gazeteci, vicdan sahibi birisi yazabiliyorsa bizim neleri ne zaman doğru söylediğimizi de artık herkesin duyması lazım.

Değerli arkadaşlarım; 2022 Genel Uygunluk Bildirimi geldi, büyük bir ihtimalle parlamentoya gelmesi lazım. Şimdi bütçeler yapılırken ödenekler ayrılır, ödenek ayrılır, bakanlıklara gider tahsis edilir, bakanlıklar bu ödenekleri harcarlar. Ödenek yetmezse ek ödenek verilir. Bu 2022 yılı Genel Uygunluk Bildiriminde enteresan bir şey var; hemen hemen her harcama diliminde artış var, iki harcama diliminde ayrılan ödenek bile tam kullanılmamış. Nedir bunlar?

Bir; şehit yakını ve gaziler için ayrılan ödenek kullanılmamış, tamamı kullanılmamış. 5 milyar 486 milyon 227 bin lira şehit yakınları ve gaziler için harcanması gerekirken, 5 milyar değil 2 milyarı harcanmış. Niye şehit yakınları ve gazilerin sırtından tasarruf yapıyorlar? Şehit yakınlarına ve gazilere de sesleniyorum: Gün gelir bunlara övgüler dizerseniz, sizin haklarınızı yerler, yine övgüler dizersiniz. Bu kardeşiniz sizin hakkınızı sonuna kadar savunur, gelip yeteri kadar destek vermezsiniz ama ben yine de sizin hakkınızı savunacağım, yine de savunacağım hakkınızı. Biz haklı mücadeleden hiçbir zaman korkmadık ve çekinmedik, alnımız açık bizim. İster linç girişimi olsun, ister terör örgütünün saldırısı olsun; şehit şehidimizdir, gazi de gazimizdir. Ve bakın bu parlamentonun "şehit yakınları ve gaziler için şu kadar parayı harcayın" demesine karşın parayı tutmuşlar, harcamamışlar.

Peki ikincisi ne? Bağımlılıkla mücadele, yani uyuşturucu, çocukları uyuşturucu belasından kurtarmak. Başlangıç ödeneği 2 milyar 779 milyon 245 bin lira, harcanan para 723 bin lira. 2 milyar 700 milyon ödenek ayrılıyor, 723 bin lirası harcanıyor. Çünkü bunlar o uyuşturucu baronlarıyla iç içe oldukları için, uyuşturucu baronlarını korudukları için, uyuşturucu baronları ona kol kanat gerdikleri için bu tablo meydanda.

Nasıl bir Cumhuriyet? Özgürlükçü bir Cumhuriyet, adaletli bir Cumhuriyet, insan haklarına saygılı bir Cumhuriyet, dış politikasıyla bütün mazlum milletlere örnek olan bir Cumhuriyet, devleti yönetenin sözünü iki paralık etmediği bir Cumhuriyet, her tarafta güven veren bir Cumhuriyet; onu istiyoruz...

Filistin'de kan akıyor. Söyledik, yine söylüyorum: Başkenti Kudüs olan bir Filistin'i her zaman her yerde destekliyorum. Beyefendi miting yapıyor. Ya sen muhalefet değilsin ki miting yapacaksın. Sen iktidarın, senin ne işin var mitingde? Saadet Partisi yaptı, Gelecek Partisi yaptı, onlar mitinglerini yaptılar. Sen muhalefetsen mitingini yap; iktidarı bize devret, Filistin sorunu nasıl çözülür göreceksin o zaman sen. Ortadoğu'ya barış ve huzur nasıl gelecekmiş göreceksin o zaman sen.

Neydi bizim projemizin adı? Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kuracağız dedik, Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kuracağız. Burnumuzun dibindeki halkların kavga etmesini istemiyoruz. Oraya gelen barış bize de yansıyacaktır, oradaki huzur bize de yansıyacaktır. Aynı kültürden geliyoruz, tarihte birlikteliğimiz var, akrabalıklarımız var. Orada akan her kan bizim kanımız demektir. Bizim, yani devrimcilerle onlar arasında büyük bir fark vardır: Devrimci söz verdi mi kapı gibi sözünü tutar, kapı gibi. Ben Filistin'in bağımsızlığı için gideceğim, mücadele edeceğim diyen o devrimci gençlerin mezarları Filistin topraklarındadır. Seni de sözde kefenle karşılıyorlar değil mi? Onlar nerede, onlar nerede?.. Devrimcilik yürek ister yürek, adalet ister adalet, hak ister hak. Devrimcilik budur!

Dış politika da iflas etmiş. Zaten iş mitinge kalınca başka bir şey kalmıyor zaten. Bana Dışişleri Bakanlığı'nın gerçek anlamda eskiden olduğu gibi bir Dışişleri Bakanlığı olduğunu kimin inandırabilir? Kim söyleyebilir? Nerede birisi varsa getirdiler, büyükelçi yaptılar. Söyledim ya; yaptın da bari rüşvet alanı bari büyükelçi yapma ya... Rüşvet alandan büyükelçi yaptılar, Cumhuriyet'i kutlayamıyorlar bunlar. Dışişleri bürokrasisi ayrıdır, Dışişleri Bakanlığı ayrıdır, oradaki konuşmalar ayrıdır, oradaki diplomasi ayrıdır, sıcak siyaset oraya girmez; o konu ile ilgili, dış politika ile ilgili konuşan insanlar çok dikkatli bir dil kullanmak zorundadırlar. Çünkü dış politikanın izleri kalıcıdır, iç politika gibi değildir. İç politikada kavga ederiz, tartışırız, 3 gün sonra da barışırız.

Bakınız Cezayir'in bağımsızlığında onlar da milli kurtuluş savaşı verdiler, bağımsızlık mücadelesi verdiler; dönemin hükümeti Cezayir'in bağımsızlığı konusunda tarafsız kaldı, tanımadı yani ve aramızda ciddi bir derin sorun çıktı ta ki Özal'a kadar. Özal gitti ve "biz hata yapmışız sizin bağımsızlığınızı tanımamakla" dedi. Dış politika budur ama bunların dış politika ile ilgisi yok, dış politika yok. İç politikaya eklemlenmiş dış söylemler var, o kadar. Başka bir şey yok, öyle politika falan da yok yani. Politika olsa senin mitingde ne işin var, ne işin var?

Namık Bey'e söyledim milletvekilimiz, Gazze'ye yardım için belediye başkanlarımız hazır dedim. Her türlü yardımı yapacağız Gazze'de yaşayan Filistinlilere; belediye başkanlarımız hazır olsunlar, Filistin Büyükelçiliği ile görüşeceğiz, Mısır Büyükelçiliği ile görüşeceğiz, onlara yardım yapacağız. Bunların yapamadığını biz yapalım bari muhalefetteyken.

Değerli arkadaşlarım; az önce söyledim, nasıl bir Cumhuriyet diye sordum; yöneten kişinin sözüne güven duyulması lazım o Cumhuriyette. Güven duyulmuyorsa, sözü yerlerde sürünüyor ise olmaz, yürümez. Bakınız 12 Eylül 2011, Erdoğan konuşuyor: "Ben Gazze'deki kardeşlerimin bizi beklediğini biliyorum. Ben de Gazze'nin özlemi içerisindeyim, hasreti içerisindeyim. Er veya geç Gazze'ye inşallah Rabbim ömür verirse gideceğim." 2011, gitti mi?.. Uzun ömürler diliyoruz ayrıca.

Tarih 2013: "Nisan'da Gazze'ye gideceğim." Ben demiyorum, o diyor, "nisan ayında Gazze'ye gideceğim" diyor, güzel. Tarih 14 Nisan 2013, marttan geldik nisana: "Tarih kesinleşti, mayıs sonu gibi Gazze'ye gideceğim." Güzel... Devleti yöneten birisi, bir şey söylüyorsanız Dışişleri Bakanlığı o ilişkileri sağlamıştır, senin konuşmana gerek yok, Dışişleri Bakanlığı bütün diplomatik ilişkileri sağlar ve siz oraya giderseniz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni temsil etmek üzere.

Nisan’da böyle konuşuyor ama dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı açıklama yapıyor John Kerry: "Gazze'ye gitme" diyor. Bizimki derhal geri vites, gitmiyor ama Keryy'e şunu söylüyor: "Hiç şık değil" diyor bu konuşma, teslim oluyor yani, teslim oluyor... Ne demek "hiç sık değil" ya? Sen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni temsil ediyorsun. Gideceğim diyorsun, gideceksin kardeşim, bedeli ne olursa olsun gideceksin. Gidemiyor...

Tarih 14 Mayıs 2013: "Haziran'da Gazze'ye gideceğim" diyor bu sefer. Mayıs mıydı öbürü, neydi? Nisan'dı... "Dört gün sonra, Haziran'da Gazze'deyim" diyor, bu kadar net ve değerli arkadaşlarım ne Gazze'ye gitti ne de başka bir yere, sarayın dışına çıkmadı ama bol bol ahlaki ve siyasi meşruiyeti olmayan videolar dolaştırdı ve cumhurbaşkanlığını sahtekarlık yaparak kazandı.

Soru şu: Nasıl bir Cumhuriyet, nasıl bir Cumhuriyet? Dirayetli, devleti yönetenlerin sözüne güven duyulan, verdiği sözün arkasında kapı gibi duran, bedeli ne olursa olsun verdiği sözün takipçisi olan yönetim tarzı... Cumhuriyet budur, Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i budur. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet'i kurarken ne demişti? "Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir" demişti. Sarayın değil, hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir.

Evet, bu dileklerle hepinize selamlar, saygılar sunuyorum. Güzel bir kurultay yapacağız; güzel bir kurultay, keyifli bir kurultay yapacağız, barış içinde bir kurultay yapacağız. Birlikte bayram havası içinde bir kurultay yapacağız. Hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum. Sağ olun, var olun diyorum."

Editör: Haber Merkezi

Haber Yorumları

Habere Ait Yorum Bulunmamaktadır.

Yorum Yazın

CAPTCHA security code

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

yükleniyor
yukarı çık